29 Haziran 2011 Çarşamba

Şikayet

yaşı olmayan bir ruhun yaşlanan etimin içinde can bulması gibi,
kalbimi kandırabilmek için mucizeler arayan gözlerimin efendisi us gibi,
damarımda dolaşan kaynayan kanın uzuvlarımda kıyam etmesi gibi,
ben de dua ederim, ben de umut ederim.

bir yaradan ararken usumla değil kalbimle bakarım.

davul her zaman aynı ritmi çalmıyor.
yağmur bile her sene aynı mevsim yağmıyor.
aşk denen yürek tutulması kalleş...
ne zaman gelip kanınını emeceğini söylemiyor.

gündelik hayatın da bir ritmi var evet.
hepimizin mahkum olduğu bir davul sesiyle var eder kendini bu meret.
kürek mahkumlarıyız, medeniyet gemisinin.
isyan uzak bir kıyı keşfedilmemiş.
ne adı ne tadı bilinen meyveleri, yemişleri dişlenmemiş.

bir ışık, bir hayal, bir çiçek.
saç örgüsü gibi dolanıp.
kökümden tacıma doğru sarılıp.
kıpraşan özümde neden durdunuz?
neden o ışk, serap ve gül; don değiştirip;
uluların elleri oldunuz?
ey o çatlamış elleri ile kalbimi sıkan ulular,
neden dünyayı özleyince ruhumu üzer oldunuz?

23 Haziran 2011 Perşembe

Fırtınadan sonra açan çiçekler

bozkırın meclisinde kurulu çadırlar,
her ateşinde kaynar tütsülü sular.
içlerinde ganimetin kadınları,
karınlarında kızıl soyun döllerini saklar.

işte o yamacın vadisinde dizili sütunlar.
oralara hükmedecek umayın kazanında tohumlar.
dalgası şiddetin akarken güneşin battığı yöne,
şarkısını yazacak ışk ile tınılayan bu udlar.

bir keşiş gelecek seçmeye torununu,
sırtında keskin kayalarıyla vadiler.
kesesinde kırmızı şapkalarıyla bu cinler,
kutsayacaklar bu bağların koruğunu...

Avlanır rengini, rüyalarda kızıllar...

ava gidenlerin ardından,
yakılan ateşlerde pişen aş,
cuğulan yünler,
cuğulan balalar,
düşen güneş,
anlatamaz asla şarkılarını avcıların.
anlatamaz yabana atılan adımların,
o anlamsız ve ritimsiz,
dualarını şamanın.

ey maral, kara gözlü al yanaklı maral.
oğullar kızlar verdin bu ananın koynuna maral.

elinde yay emin adım.
ilerliyor avlakta avlun.
titretiyor göğsünde yay,
şamanının dolunayın.

bir aş daha pişecek.
o güzel tınılı türkülerle.
uyandırmadan ataların.
doyuracak kalpleri aş.
gecenin en derininde,
buluşacak elleri ışk.

17 Haziran 2011 Cuma

Keşişleme

boğuk borularını duyunca irkildi,
boz orduların boz keşişlerinin,
toz bulutunu görünce sakladı,
sırtındaki vadilerin sebebini.
sakladı her kan izini kiliminin.
sakladı yek bohçasını ızdırap hicretinin.
aklı zangırdarken nefesi yek,
kalbi dörtnala giderken sessiz ve tozsuz,
gözleri o tuğlayı arıyordu duvarda süssüz.

bastı sırtını tuzlu duvara kara keşiş,
kılıçlar ve mızraklar inip kalkıyordu gecenin gölge oyununda.
haykıran ve yalvaran sesleri dinlerken yitirdi aklını,
burnunda sidik ve bok kokusuyla ağladı,
son nal sesi yitene kadar sırtını dağladı,
kara keşiş o an aklında yitirdi sebeb-i hicretin,
işte o an ellerinde biçimlendi kilidi bahtının.

lakin ne acı, ne ızdırap, ne katledilene yakılacak ağıt,
ne hatırası silinmişcesine sırıtan güneş,
ne de şahit olduğuyla ufka doğru yiten son hilal,
durduramazdı keşişin kalbindeki devinen nârı
topladı bohçasını duasını ederken kara keşiş.
ıslıkladı yılkısını ölenlere yakarken tütsüsünü kara keşiş.

Dünyanın çekirdeği

kalbimde ismin ve cism-i latifinden bazı kareler,
hala canlı ve hala gürül gürül yanıyorlar.
gel gör ki aklımda bazen,
ne ismin kalıyor,
ne de elimi tuttuğunun hissi.
kalbim ne aklımı ne de külli kalbi dinlemiyor.
bana o külli kalbin marifetleri gibi de geliyor.
aklım bunları düşünürken seni unutuyor.

bir dua ile bağladığım kuvvetler,
şimdi yavaş yavaş çözülmekteler.
dünyada kimse kalmasa bile,
bu kalp hep aynı gürültüyle yanacak gibi duruyor.
başımdan kıçıma kadar uzayan yılanın o kalın zırhı var ya,
dün tutuldu ay ile beraber.
şimdi kütürdüyor.

yavaş yavaş çözülen kuvvetlerden dileğim,
şu alevi de yavaş yavaş söndürmeleridir.
rica ediyorum çok.

Karayel

güneşi cezalandırmaya giden keşişler misali
boz cübbeleri ile kara ordular
bastıkları kaldırımlardaki kızıl kanı
ve göğün sancağından indirdikleri gibi
kızıl alevler içindeki güneşi
artlarında bırakarak sokaklarda yankılanan nal seslerini
tırısla girdiler geceye doğru,
doğu yolunun süvarileri

bozkırın mahkemesine kazıdıkları sözler
dalganın çekilirken kumda bıraktığı köpükler gibi
parıldarken,
zaferin abını yudumlayanların gözlerinde,
merhamet maskesini düşürdü tanrı kalplerinde

o kızıl meyveyi gördüler düşlerinde
ve her akşam batıyordu gökte günahlı
ve kızıl bir meyve geçmişlerinde
karanlığa batan o meyveye şarkılar söylerken
boz keşişler hazırlanıyordu yurtlarında
bozkırın akdini bırakmaya artlarında...

16 Haziran 2011 Perşembe

Yesod

yolun sonu için verilen tüm sözleri
ve edilen bütün yeminleri
ânda
ve uzamın ötesinde
bir ışığın huzurunda
lehv-i mahfûza kazırken
yektik ve hep kardeştik
mühür kırılınca arzın mezarında
uzak dağlara serpildik

3 Haziran 2011 Cuma

Zor oldu söylemesi

o ufukta parıldayan,
bazen görünen, bazen de hayalimde beliren,
beyaz ve bir o kadar temiz görünen,
o dağın zirvesine düştüğünde aklım,
cebimde erikler ve elimde bir salkım.
üzerinde oturduğum kekik gibi kokuyordu,
ve camdan ve sedeften işlemeleriyle tahtım,
o ufukta parıldayan zirvede duruyordu.

büyüdük ve kirlendik demiş şair.
evet ben de büyüdüm,
ve ben de kirlendim şarabıyla aşkın.
kavgalarının delikanlılığın,
temizlerken kanlarını ve çamurlarını,
çalarken saz, üflerken nefes ney-i harabın,
gecenin ufkunda yeni bir güneş gibi parlıyordu tahtım,
bir türlü ulaşamadığım...

artık ne erikler kalmıştı ne salkımlar.
şarabı da masalarda ve mezelerle içer olmuştuk.
tıngırdayan udun ve kanunun sesinde demlenir olmuştu aşk.
bendirin her vuruşunda daha bir sert çarpıyordu kalb.
dökülen saçlarımı da fışkıran beyazları da saymayı unutmuştu us.
dökülen rakılar, saçılan şaraplar.
dağın ruhuna yakılan alevlerde bu rakslar.
eteğinde zirvenin vurulmuştum sana ben.
tahtımın kokusunda kekik.
çıkacaktım yamaçları geri bakmaksızın, dakik...
sunacaktım sözlerimi parıldayan gözlerine,
gözlerin akik.

güneş, denizin ufkundan doğarken,
rengi değişir bir anlığına.
o anda sundum dileklerimi akikten tanrıçama.
güldü,
kabul etti dileklerimi ama,
güneş çıkmıştı tamamı ile ortaya.
sabret dedi bir ses kulaklarıma.
bekle bir ay tutulacak kızıl iken bu rüya
işte o an kavuşacak nefesler bir olmaya...

Bu bent gelen sele dayanabilir mi?

kalbime çöken ağırlık gibi düşüyordu gökyüzü.
aklımdan silinmiyor hala, gülümseyen yüzü.

perçemi gibi bulutlar düşüyordu yoluma.
kalbimi koşturuyordu sarılırken koluma.

sus kadın, söyleme, yüreğim yarılıyor.
gök gürülderken sanki, cennet çağırıyor.

cennetten bir yıldırım, düşse de alsa canımı.
gönlüme bıraktığın ateşten, evvel silse adımı.

âb idi hayatıma neş'e katan, yaradan.
lakin şimdi bir bıçaktır can özümü kanatan.

içtikçe şar'âbını aşkın, kilit vurdum dilime.
kaidemde bir şahmaran, dolanıyor özüme.

bakma ey göz, parıldama, ruhum kanatlanıyor.
usun mahpusunda sözler aşka isyan ediyor.

hüküm veren de olsa, ismim şimdi anlamsız.
gökte güneş de olsa, yolum artık ışıksız.

sabır ey kalb, sabır bekle, biraz daha nefes ver.
bu karanlık geçer elbet, kanın sakla ümit ver...

Karar kapısına geldiğim zaman

seni gördüğüm geceden beridir,
her kadının gözlerini seninkilerle kıyaslıyorum.
daha güzelleri de gördüm tabi
ama senin bana baktığın gibi bakan olmadı.
daha parlakları da vardı ama
o ışıltıların kaynağı kalpten değildi.

ismimi söylediğin andan beridir,
her gece başımı yastığa koyduğumda,
cıgaradan her nefes alışımda,
rakının ilk yudumunda,
geceleri yıldızlara baktığımda
o güzel sesin kulaklarımı okşar.

elimi tuttuğundan beridir,
kalp atışlarım,
mey sofrasına oturuşlarım,
uykuya dalışlarım değişti.
bıraktığım alışkanlıklarımı hatırladım.
daha yavaş yürür oldum ve daha yavaş konuşur oldum.

şimdi nefes almak bile ızdırap verici.
korktuğum başıma gelmek üzere.
dağın zirvelerine yağan bir yağmur var.
sular bu bendi yıkmak üzere...

3 Haziran 1963, Ustaya Saygı...

Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime,
toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.
Dünyayı dolaşmak,
görmediğim balıkları, yemişleri, yıldızları görmek isterdim.
Halbuki ben
yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Mavi pulu Asya'da damgalanmış
bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkalı
ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika'da.
Fakat ne zarar,
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selâmlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.
Ve dışında bu safın
toprak ve sen
bana kâfi gelmiyorsunuz.
Halbuki sen harikulâde güzelsin
toprak sıcak ve güzeldir.


Nazım Hikmet Ran