23 Aralık 2013 Pazartesi

Gömlek Değiştiren Ejderha

Öğrenilmiş bir çaresizlik içerisinde bükülüyor zaman,
Yıllarca prova edilmiş bir eskrim müsabakası gibi,
Hamlelerin ezberinde bir dans gösterisi,
Sanki sırf avam görsün diye mahremimizi,
Umarsız ve korkusuzduk, tazeyken mayası.

Minarenin şerefelerine çıkan tüneller gibi
Kulise giden yollarımızı kesiştirmedik,
Duysak da sızlayan kalplerin ağıtlarını,
Olmamış, sevmemiş, düşmemiş gibi ateşe,
Sanki an be an esmiyor mu rüzgar?
Damarlarımdaki kaynayan kanı özleyen,
Yüzündeki henüz eskimemiş mimikleri,
Henüz çatallanmamış ses telleri,
Geldikçe beklenmeyen anın ortasına
Birbirini kesmeyen koridorlarda ayak sesleri

Okyanusla karşılaşan bir dağ gölünün kabuklusu gibi
Korku ve şaşırmışlık ile karışır akıl.
Sözler ve niyet, zamansız hatalara gark olur.
Her zaman doğruyu söyleyen, zanneder her söyleneni doğru,
Kandırır kendini kalbinin şefkatiyle.
Dokunmaya, bakmaya ve hatta düşünmeye korkar olur.
Okyanusun derinliği serin ve enginliği pek hoş.

Ufuk hep berrak olmadı şimdiye dek,
Dalgalar ve fırtınalar daha büyük artık rüyadakilerden
Kumlar ve yosunlar harcolmuş sürükleniyorlar,
Dağ gölünün akılsız kabuklusuna doğru,
Bedbaht ve tarumar etmeye yeminli çığlar gibi.
Buzdan sicimlerle sisler gönderiyor tanrılar.

Ne kadar acıklı, ne kadar acınası da görünse,
Bilinende önce hissedilene inanan bir keşişin,
O bir ısırık aldığı cennet meyvesine arzusu,
Okyanusa arzu duyması gibi ezelsiz,
Ve bitmeyecek bir terennüm gibi ağırdan,
Tok sesleri ile davulları
Yaylarından tınılayan, borularından titreşen,
Kanayan ve hatta kanattığı
Ve hatta bizzat deştiği can için,
Okyanusa arzu duyması gibi ezelsiz ve ebedi,
El, göz ve dil, şifa için,

Çalışmaya devam edecek.

6 Aralık 2013 Cuma

küsuf ve hüsuf

Pusun altında bir göl, gölün ortasında bir ada
Vakur ve sessiz bir kule ışıldamakta
Dolu ayın nüfuzuyla ağır pus parıldamakta
Beklemekte misafirlerini

Kozmik savaşların hikayesini okuyan
Dünyevilerin kiminden kaçan kimine sebep olan
İçindeki savaşın mağlubu ve kurbanı
Kara keşiş geliyor dağların ardından
Doru atında bohçaları atlastan
Takır takır yankılanıyor vadi
Ve hırıl hırıl alınıyor nefesler
Küçük bir kayık var çekilecek kürekler
Pusun içindeki adaya
Kuledeki o eşsiz toplantıya

Göklerden kuşları ve bulutları okuyan
Yerden bitkiler ve kabukları toplayan
Rüyalarının ıssızında kaybolan
Yeşil cübbeli ihtiyarın arabası duyuluyor ormandan
Gıcır gıcır kirişinde bir makam
Mırıldanıyor arabanın şoförü
Ve çıkıyor duman penceresinden
Küçük bir kayık var çekilecek kürekler
Pusun içindeki adaya
Kuledeki o eşsiz toplantıya

Açıldı kartlar, demlendi çaylar
Tütsüler ve yağlar, kalın ciltli kitaplar
Küçük pencerelerinden girer, pusun serin elleri

Kara keşiş soruyor:
Neden behey ihtiyar, kabul ettin bu talebeleri?
Neden verdin bir sürü söz ve tekerlemeleri?
Ehil miydi ki onlar, bu anahtarlara?
Sormaz mı tanrılar, yitip gitse gizleri?
Neden kesip attın peki, bu yalvaran elleri?
Bir damla zehir belki açtı bu zavallı kalpleri
Sonra istemezler mi bu pınarın kalbini?

Açtı defterlerini okudu, yeşil cübbeli ihtiyar
Yeşili rengi değil, kabuğu olan ihtiyar:
Yolda vardır ağaçlar ve taşlar ve kuşlar
İster tanrı şarkılar, kimi zaman ağıtlar
Kapıyı bulamazsan neye yarar anahtar?
Kesip kanı akıtmazsan durur mu hiç ağular?
En güzel öğretmen acıdır demişlerdi
En saygılısı ise aza tamah etmekmiş
En sevgi dolusu da sormasını bilmekmiş
Ya sen kara keşiş oğlum, sen ne biriktirdin?
Dünyanın yollarından ne havadis getirdin?

Kara keşiş eğildi, üç ayaklı ateşe
Mırıldandı birkaç söz, kızıldayan alaza
Tükürüğü karıştı, tuz ile kehribara
Havanında dövüldü, ruh ile dört muhafıza:
Dans ediyor alevler, biçimlenir gölgeler
Büyük suların ardından bir güneş parçalandı
Koca bir tsunami gibi eski dünya yankılandı
Koca kara göktaşının etrafında beyazlar
Eğildi tüm ağaçlar batan güneşe doğru
Sular çekildi geri, dağlar hepten titredi
Kabileler, ordular hepsi birden gürledi
Kızıla doğru bir dalga, yıllar boyu ağladı
Hepsi dindi bir süre, mavi cübbeli geldi
Dedi: "bu bir kum saati, dönecek yakında geri"
"geldiği yurduna ve güneşe, özür dilemek üzere"
Titreşti ateş, geri çekildi gölgeler
Doğruldu kara keşiş gözlerinde damlalar.

Toplandı kartlar, içildi çaylar
Tütsüler ve yağlar, kalın ciltli kitaplar
Tek bacasından çıkar kararların isleri

Kürekler çekildi geri, uyuyan aleme doğru
Kırıldı yumurtanın kabuğu

Beklenen mahşere doğru

24 Kasım 2013 Pazar

dağın çocukları

çaputlarıyla dans ediyor koca çınar
dağın meltemi ile sabahları
ve sularıyla yıkanıyor
kayalarında huzur
çiçekleriyle aşkı hatırladı koca çınar
ışıldayan dalgaları

tarifini o yaşlı kadından öğrenmişti
mayalanması tutulmalar süren bu yoğurdun
gökten ve yerin kemiklerinden sağdığı sütleri toplamasını
rüyalarındaki kızıl ejderden öğrenmişti
sabretmesini ve susmasını
rüyalarında ve dağın eteklerinde öğrenmişti
yeşil cübbeli ihtiyar

asla bir gözyaşı düşmemeliydi sarnıca
yoksa yanar gider idi tüm bu emek ve rayiha
kaç güneş kaç ay tutulmuştu kim bilir
sarnıcın kubbesinde delikler
üfleseler sanki bir ezgi mırıldanacak gibi çizgiler
her sabah tuttuğu nöbeti kaçırırsa yeşil cübbeli ihtiyar
bir kıyamet borusuna döner tüm bu sezgiler.

yıldızlar ve gezegenler yuvarlanıyordu kara atlasın içinde
yıllar önce hesaplanan bir sahneye doğru
sündürülmüş bir güz mevsiminde parlayan
beklenmedik göksel misafire doğru
sürecekti atını kar ve buzun içinden
kartalı ile süzülecek ateşin ve pusun içinden
serinliği gülüşünde saklı suyun kadınına
gözlerinin derinindeki kara atlasın oyununa
kanmamak ve doymamak adına
asla bir gözyaşı düşmemeliydi sarnıca

kökleriyle kucaklıyor dağı koca çınar
denizin meltemi ile akşamları
ve toprağıyla besleniyor
vadilerinde huzur



12 Kasım 2013 Salı

bir gece

zamir kullanmadan bir emir yazıyordu
kara zırhının ortasında
kızıl bir gül olan şövalye

közlerin içine sokuyordu ellerini
gözlerinde buzdan daha soğuk bir gece
bacasından doğrulan bir dumandı
ve kuytusunda gölgenin
söyleniyordu fısıltılar ve sorular
mumlar ve kandiller
oynayan gölgeler
ninni dinlediğini zanneden kirli sakallı bir cüce
rüyasında tahtlar ve krallar deviriyordu sinsice

boya kullanmadan bir resim yapıyordu
kara perdenin ortasına
kızıl bir fırça ile bir cüce

kilerinde peynirler, şaraplar ve kurutulmuş sebzeler
kahkahalarla karışan bir ezgi
bacasından doğrulan bir dumandı
ve kuytusunda sofranın
söyleniyordu  masallar ve ordular
kalçalar ve memeler
oynayan zilliler
rüya gördüğünü sanan kirli sakallı bir şövalye
karşısında rakslar ediliyordu sinsice

ağıt kullanmadan dürülüyordu bir gece
kara gökyüzünün ardına

11 Kasım 2013 Pazartesi

kara keşişin donları

Yaralarının kabuklarına bakarak okuyordu geleceği keşiş,
Sırtının vadilerindeki irinleri kokluyordu keşiş,
Aşarken taş kemeri itina ile
Bir yıldızları bir de ağaçların gölgelerini izledi
Zirvesinde fark etti doğudan gelenleri
Dua etti pınarların yönü değişsin diye

Bir kuzgun oldu süzüldü kayalardan
Bıçak gibi keskin sivri dişli yarlardan
Kartalların ve baykuşların yavrularını korkutmamak için
Süzüldü tan yeri ağarmadan
Kondu bir yamacın ucuna
Gördü gelen kervanın sancaklarını
Duydu ağıtların sancılarını

Bir tilki oldu kıvrıldı çalılardan
Itır gibi keskin ve dikenli çalılardan
Yer kuşlarını ve kemirgenleri ürkütmemek için
Saklandı tüylerini parlatacak ışıktan
Geldi bir ormanın kıyısına
Bildi kimin soyu bu kervan
Okudu rüyaların şeritlerini
Okudu kabusların ifritlerini

Yaralarının kabuklarını saklıyordu kara keşiş
Bir de balıkların pullarını
Uzak iç denizin defne yapraklarını
Ve satirlerin dışkılarını
Sağaltmak ve süzmek için kederini kervanın
Saklıyordu sırtında kerpiç izleri

Dikenli kırbaçlarla beraber saklı gizleri

23 Ekim 2013 Çarşamba

takvim sonu

Ağaçlar, yıldızlar ve göçen kuşlar,
Salınırken göğün terazisinden giyotinler düşüyor.
Alıyor başları ve fikir uçlarını.

Tavafın otuz üçüncü derecesinde,
Yerin altından bir ezan sesi yükselmekte,
Namaza ve tövbeye hazırlanan müminlerin kulaklarında,
Aşka ve kavgaya çağıran kızıl bir çığlık yankılanıyor.

Adabımız ve ahlakımız, baharda uyanıp bütün yaz gezinen,
Saçı başı açık, baldırı çıplak,
Eli bereketli, dili mucizeli bir avrada bakmamak,
Dokunmamak, meşk etmemek için sabrını ateşe yatıran,
Ateş kesmeyenin kırbaçla saldırdığı bir keşiş çağı daha bitiyor.

Tüylerini, maskelerini ve bin bir süs ile tılsımlanmış cübbelerini,
Davullarını, zillerini ve her nefesi ruh edinmiş neylerini,
Saçları topuklarına deyen bu avradı uğurlamak için,
Belki de yere düşen yapraklardan çürütüp,
Süzüp, arıtıp bir iksir hazırlamak için,
Su yerine alevin aktığı,
Kış gelince damla damla azalan bir musluğun başında,
Keselerini doldurmak, yaralarını sarmak için bekleyen bu meczuplar,
Kazacakları mezardan başka bir dilberin geldiğini bilseler;
Söylemezler, ağlamazlar böyle şarkılar.

Yıldızlar, ağaçlar ve göçen kuşlar,
Salınırken göğün terazisinde filizler titreşiyor.
Salıyor ıtırlarını ve tohumlarını.

Kayın ağacının otuz üçüncü derecesinde,
Anka kuşunun en küçük torunu yuvasını kuruyor,
Yeni çağın makamını tutturmaya çalışan kamların ateşinde,

Su renginde bir alaz dans ediyor.

1 Ekim 2013 Salı

kara keşiş taş kemeri aşıyor

Karanlık güz sabahını ıslatan bulutlar
Otağımızda ıslıklayan bir karayel
Uzak ovalardan gelen kılıç sesleri
Uzak dağları aşan rüzgarda kan
Ve kemik renkleri.

Uyan ey güz yağmuru gibi ıslak kadın
Gözlerin ve sözlerinde saklıdır yitip giden
Uğruna verdiği can umrunda olmayan bir kağana
Ettiğin küfürler yaktığın ağıt
Aman saçlarını yavrun görmezden dağıt

Destanlar ve masallar çocuklar için
Büyüdükçe aklın derinine kana kana için
Ki kalsın bir yerinde çocuk ve gülsün
Hatırlasın yiten soyun atasını bugün

Develerimiz, öküzlerimiz, atlarımız
Direğinde gıcırdıyor devinen vaatlerimiz
Kimi yüklü kimi yüksüz gidiyor katarlarımız
Sağımızda kara ova önümüzde kızıl rüyalarımız

İşte kızıl gün batıyor taş kemerin ardına
Duralım ey bahtsız kervan!
Tarlaların yurduna.
Kalbimizde bir yumrudur, oturmuş ağıt yakar

Sebeptir kara keşiş anlatır, durur, ağlar

26 Eylül 2013 Perşembe

ısınma turları

Ufka doğru uzanan bir pusun içinde
Sıra sıra tepeler ve çam ormanları
Karlarla kaplı
Havada asılı duran buzlarda yansıyan sabah ışığı
Ayağımız çıplak
Bir tahta terasta el ele hayal ederken
Daha gelmemiş ve umutlu bir geleceği
Neden sana döndüğümde göremiyorum yüzünü?

Kumral uzun saçlarını, kızarmış dudaklarını
Ve soğuktan bembeyaz yanaklarını hissedebiliyorum

Bu hayali beraber kurarken
İçeride demlediğimiz çayın buharı tüterken
Pus aramızdan akıp serinletirken bedenlerimizi
Bu kar, bu mevsim bitmesin derken beraber
Hissiyatı daha sıcaktı ve daha canlıydı kazağının renkleri

Şimdi rüyalarımın arasında tanıtılan bir film gibi
Kar! Orman! Soğuk!
Büyük puntolarla bir zombi filmi

Olamadığım şeylerin hayalini kurmak
Yaşayamadıklarımın rüyalarında kaybolmak
Özlemler ve keşkeler
Edebiyat ve saltanat
Ne mürekkep ne kurşun bir kalem var artık
Kara kara harfler dizili bir levha

Karşımda elektrikli bir pencere

25 Eylül 2013 Çarşamba

kocamış ejderha bozuntusu

İki öğün arası uyuklayan bir ejderha gibi
Dönerken kendi ekseni etrafında dünya
Kulunçlarıyla kütür kütür ediyor eskimiş dağlar
Ağzının kenarından ateşli salyalarını akıtıyor
Rüyasında hep küçüklüğünden kareler
Uçmaya çalışırken koşan bir küçük ejderha
Uykusunda ise yer gök bilmez sallanıyor pulları
Üzerinde parazitleri
Kendilerine ulular yaratmışlar medeniyetin şafağı sökerken
Sonra hep bir yarış ve kan ve göl ve köprü ve kaldıraç
Kurban vereceğim sana ulu maniparazitu!
Oğlum ve kızım ve karım ve kaynanam
Dişlerinin arasına sığmaz belki birkaç çalı, çırpı ve çıra
Varlıksızlıkla terbiye edilirken dağın üstünde dojo
Sessizlikte dinlerken ustamızın sözlerini
Vazgeçmek ve özgür bırakmak adına yazdığı haikuların gözleri
Penç ile heft için bir aksis mundi
Döndürsek topaç gibi kendi etrafında sesleri
Kalın sesler eski dağlara, inceleri ovalara doğru seğirttiler
Ardından sürüsüyle bir çoban getirttiler
Küçük kuzuların pire gibi zıpladığı beyaz halı içine kurtlar varmış
Kurtlar ejderhanın rüyasında konaklarmış
Her alevli nefes ile çıkarmış bir tanesi
Avlanmaya ve medeniyetin dağılmış varaklarını toplamaya
Postu eskidikçe mızrak yaraları ve kılıç kesikleri
Susmak bilmedi eksik dişli ozanın kopuzunun nameleri
Ne kafiye ne uyak
Üzerinde parazitleri
Tüylü şapkasıyla bir kam dımbır dımbır ediyor

Pireler ve parazitler bilmez ama hepsi bir raks ediyor.

7 Mart 2013 Perşembe

günahların faturası


Yaratılmışların her birinin özünde,
Var olma amacının küçük bir nüshası saklı.
Aklı elma ile çelinmemiş her yaratılmış,
Bu bilginin bilinci ile haklı
Ve inançlı bir biçimde soluklarına ve kalp atışlarına devam ediyorlar.

Çok bir şey istemedim.
Belki bu konuda tecrübesizim.
Kitaplar filmler ve çevremde gördüklerimin süzgecinden,
Ve lanet gibi üstümdeki bakış çerçevesinden,
Bazı çıkarımlar ve kalbin isteklerine göre,
Hayatımı biçimlendirmeye çalışıyorum.
Çok bir şey istemiyorum.
Sadece kalbime zarar verme.

Sonu olmayan bir barajın kapaklarından birisinin anahtarı bende.