26 Şubat 2010 Cuma

Kadınımı ve çocuğumu alıp gitmek istiyorum

önce bulmam lazım. elini tutup öpmem lazım.
etle ve kemikle kaynaşmalıyız. sıradan bir geceyi kutsal yapmalıyız.
kutsal kapıları açıp bir ruhu kafesine sokmalıyız.
ilgi ve şefkat ile ve sabır ve mutluluk ile geçsin zamanın kolları,
kollar kavuştukça kavuşsun ve yapraklar düşsün yere,
yaprakların arkasında yazılı olsun bir roman.
okunsun.
ayaklar yere bassın ve o eşsiz gülümseme okumaya başlasın romanı
ellerimden tutun ve beraber çıkalım gemiye
yelkeni çuhadan dümeni meşeden kara gemiye.
kuzeye götüren rüzgarda tut eteğini uçmasın kadın.
sen de gel kucağıma velet uçmayasın.

26 Ocak 2010 10:51

Ashram

kaz mı idi yoksa kast mı idi bu camvari perdenin efendisi,
yoksa renkleri solmuş bir yağmur mu idi adına muson denen,
çocuk aç ve eller çatlak bir ıslanıp bir kurumaktan,
sanki gobinin çölleri gibi tuzlu göz kenarlarındaki çatlaklardan,
süzülsün himalayanın sanki tuzlu dereleri,
üzülsün himayalanın hanımının o kara boynuzlu cinleri.

yücelerden akan derelerdir sanki tuzlu olan,
ama vardıkça ovalarına bharata'nın döner onu içenlerin rengine.
döndükçe hızlanır ve çağıldar bir bereket akıntısı gibi.
bir el ile değişir yönü o akıntının sanki bir turna sürüsü gibi.
yıldızları izleyenlere giden yolda açılan bir kitap sayfası,
ıslanmaz asla varılamayan özleme akan bir gözyaşı ile.

parayı bulunca kendini renge veren bir kavim var yeşil bir adada yaşıyan,
tabi onların alakası yok zannedilir bu kara olanlar ile,
bu kara olanların var ataları kocaman gemileri olan.
yıldızlara bakan ve isim veren.
onlar dolaştı dünyayı medeniyet eşeğini besleyerekten.

sabahın o yeni yeni ısınan taşlarında çıplak ayak
sırtında bohça ve başında yazma ile salınarak
kaşlarının etrafındaki dövmeler gibi kıvrak
ve o gülümsemesi gibi
ve o belinin kavisi gibi
ah eden bir iç sesi
gel ey güneş ve ganeş kutsa bizi.

her evrenin bir sınavı vardır dedi efendisi
ağacın yargıcı ateştir dedi
gecenin hakimi dolunay
toprağın efendisi su ve suyun efendisi toprak

işte geliyor rüzgarın efendisinin orduları
aralarına katmışlar toprağın ve suyun bölüklerini
ve salacaklar günahkarların üstüne acımadan
bu sebepten topla dağılan bereketi tez zaman
geliyor saçakları ve etekleri kavuran ateş
geliyor günahları temizleyecek olan ganeş.

bir ucu t-nrıya bir ucu ise klifotun zehirli çatal diline bağlı olan ak sakallı kara insan,
gülümsüyor umursamadan evrenin yasasını.
çünkü biliyor yazgısını.

18 Aralık 2009 11:10

22 Şubat 2010 Pazartesi

Ahriman'ın sarayını arayan şah

bozkır sisi buzdan olur, geceden gelir, düşlerin arasına girer.
eğer sönmüş ise yurdunun ocağı, yeraltının ruhlarıyla görünür.
soğuk ve soluk ışıklarıyla bakar o ruhlar.
oysa sen gibi ben gibi ettendir özleri.
ama güneş yok onların diyarında, ondandır kulak tırmalayan sözleri.
ey bunu bilen yaşayan er kişi!
unutma ki bir gürgen bir meşe, yanacaktır sabahı selamlayana dek pür neşe.
kokacaktır saçların amber ve saklanacaktır düşlerin.
sonsuzdur yaşadığım diyar.
bu yüzden bir yere bir göğe bakar gözlerim.
ufkun yutan sonsuzluğundan kaçırırım her zaman.
dayanamam renk değiştiren ovalara, dayanamam destan yazan bulutlara,
destanın satırlarını süsleyen kuş sürülerine...
ben acizim ey güneyin şahı.
kaldıramam bu kadar ihtişamı.
aklım almaz, kalbim kurur ufalanır.
sorma bana sarayında büyüttüğün soruları, sorma aşkı, hayatı ve rüzgarı.
bak yurdumun üstündeki çaputlara, onlar anlatsın sana dünü bugünü yarını...

09 Şubat 2010 11:51

Marsilya'dan Tunus'a deve kervanı

ellerindeki ve yüzündeki kırılmalar, olsa da sert ve tahrip eden,
ve yanında dikilen genç, dese ki bırak bana yol aç
o asla vermez elindeki şansı ve öğretir sabrı
elin büyüsüyle dönen hamuru ve edilmesi gereken sohbeti
gelecekler merak etme.
gene incirin altında uyuyacak torunun
okşayan ellerinin hışırtısı ile düşen yapraklar.
kasım ve hızır.
şimdi olsa da sınırlar ve gümrük kapıları
eskiden ne güzelmiş kervan yolları
bir güneş batımında öğrenilen masallar
olur bir gün doğumunda çorba belki de yemek...
çanların melekleri kaçırdığını söyleyen dinin mensupları
ne hakla göz diktiniz imparatorumun topraklarına
ne hakla söz dizdiniz akıttığınız kanların uğruna?
çok uzaktan değil.
çok yakından da değil.
olması gereken uzaklıktan bak ona...
oysa hepsi birbirine benziyor değil mi mankafa?
kabulüm ve dinginliğim
yıllarca hizmet ettiğim
sevgili eşim, oğlum, babam, sevgilim...
yazortası hasadı ve dans eden alevler.
işte o harita idi, çağların getirdiği kan ve soy namesi ağaçlar
işte ben bu ağaçların altında büyürken söylendi yeni çağa dair tüm ağıtlar
ve ağlandı verilen her hayat dersi için çizildi bu harita
roma'nın hükümdarı ve onun kutsal soyu için.
işte bu anda yudumlarken şarabını antonio
dili ile ararken yanağında kalan nanenin esansını
bakıyordu tabağında kalanların kokusuna
ve düşünüyordu o gecenin kumarı ne üzerine olur?
merak etme anne, gelecek elbet parası bitince
ya da harcayıp bitirecek ama gelecek.
kadının hükümranlığındaki topraklar
bereketli ve her daim meşgul arı gibi
ya da karınca gibi kararlı ve sabırlı
çalışır kışın soğuk geceleri gelene dek.
ve bekler.
kimi anlar olur isyan ile akar gözyaşları
ve eller parçalamak ister bu etten örtüyü
lakin bu anlar için yok mu o evler bu evler ki tanrıların evleri
kaç adet bu tanrılar ya da neden bu kadar çok evi var
neden her anımızda ve kalbimizde değil bir minder ve bir tütsü
işte tepeyi aşıp gelen roma lejyonları
her bir bölükte yüz lejyoner ve başlarında şansöyleler
şövalyeler ve kartallar ile ellerinde fener.
işte geliyor zapt etmeye bu toprakları yüceler.
zaferin sarhoşluğu ile yüklendi ganimetler filoya
batan bir güneşe doğru gider bu filo
sanki yedikçe acıkan bir ejderha gibi kızıl ve acıktıkça saldırgan bir domuz gibi ürkünç.
üzülme elden gidene kadın bunca sene ve bunca ömürdür çektiğin kahır gibi kara
üzerindeki elbise kadar sakin ve sabırlı ol ki bahar yakın.
sinene dökülen kurşunlar gibi ağır ve zehirli olsa da hayat sakla kenara elindeki buğdayları heyhat
bin yıllar önce de aynı idi bu toprak lakin yoktu bir kurgan ile bir kundak
gezerdi hem gökte hem de yerde sürüler birisi yeşertir birisi sarartırdı mütemadiyen
orda yatan aziz, rahip, kral her kim ise huzursuz çalıp giden kendi torunu onu biliyor nursuz.

25 Ağustos 2009 09:33