24 Kasım 2013 Pazar

dağın çocukları

çaputlarıyla dans ediyor koca çınar
dağın meltemi ile sabahları
ve sularıyla yıkanıyor
kayalarında huzur
çiçekleriyle aşkı hatırladı koca çınar
ışıldayan dalgaları

tarifini o yaşlı kadından öğrenmişti
mayalanması tutulmalar süren bu yoğurdun
gökten ve yerin kemiklerinden sağdığı sütleri toplamasını
rüyalarındaki kızıl ejderden öğrenmişti
sabretmesini ve susmasını
rüyalarında ve dağın eteklerinde öğrenmişti
yeşil cübbeli ihtiyar

asla bir gözyaşı düşmemeliydi sarnıca
yoksa yanar gider idi tüm bu emek ve rayiha
kaç güneş kaç ay tutulmuştu kim bilir
sarnıcın kubbesinde delikler
üfleseler sanki bir ezgi mırıldanacak gibi çizgiler
her sabah tuttuğu nöbeti kaçırırsa yeşil cübbeli ihtiyar
bir kıyamet borusuna döner tüm bu sezgiler.

yıldızlar ve gezegenler yuvarlanıyordu kara atlasın içinde
yıllar önce hesaplanan bir sahneye doğru
sündürülmüş bir güz mevsiminde parlayan
beklenmedik göksel misafire doğru
sürecekti atını kar ve buzun içinden
kartalı ile süzülecek ateşin ve pusun içinden
serinliği gülüşünde saklı suyun kadınına
gözlerinin derinindeki kara atlasın oyununa
kanmamak ve doymamak adına
asla bir gözyaşı düşmemeliydi sarnıca

kökleriyle kucaklıyor dağı koca çınar
denizin meltemi ile akşamları
ve toprağıyla besleniyor
vadilerinde huzur



12 Kasım 2013 Salı

bir gece

zamir kullanmadan bir emir yazıyordu
kara zırhının ortasında
kızıl bir gül olan şövalye

közlerin içine sokuyordu ellerini
gözlerinde buzdan daha soğuk bir gece
bacasından doğrulan bir dumandı
ve kuytusunda gölgenin
söyleniyordu fısıltılar ve sorular
mumlar ve kandiller
oynayan gölgeler
ninni dinlediğini zanneden kirli sakallı bir cüce
rüyasında tahtlar ve krallar deviriyordu sinsice

boya kullanmadan bir resim yapıyordu
kara perdenin ortasına
kızıl bir fırça ile bir cüce

kilerinde peynirler, şaraplar ve kurutulmuş sebzeler
kahkahalarla karışan bir ezgi
bacasından doğrulan bir dumandı
ve kuytusunda sofranın
söyleniyordu  masallar ve ordular
kalçalar ve memeler
oynayan zilliler
rüya gördüğünü sanan kirli sakallı bir şövalye
karşısında rakslar ediliyordu sinsice

ağıt kullanmadan dürülüyordu bir gece
kara gökyüzünün ardına

11 Kasım 2013 Pazartesi

kara keşişin donları

Yaralarının kabuklarına bakarak okuyordu geleceği keşiş,
Sırtının vadilerindeki irinleri kokluyordu keşiş,
Aşarken taş kemeri itina ile
Bir yıldızları bir de ağaçların gölgelerini izledi
Zirvesinde fark etti doğudan gelenleri
Dua etti pınarların yönü değişsin diye

Bir kuzgun oldu süzüldü kayalardan
Bıçak gibi keskin sivri dişli yarlardan
Kartalların ve baykuşların yavrularını korkutmamak için
Süzüldü tan yeri ağarmadan
Kondu bir yamacın ucuna
Gördü gelen kervanın sancaklarını
Duydu ağıtların sancılarını

Bir tilki oldu kıvrıldı çalılardan
Itır gibi keskin ve dikenli çalılardan
Yer kuşlarını ve kemirgenleri ürkütmemek için
Saklandı tüylerini parlatacak ışıktan
Geldi bir ormanın kıyısına
Bildi kimin soyu bu kervan
Okudu rüyaların şeritlerini
Okudu kabusların ifritlerini

Yaralarının kabuklarını saklıyordu kara keşiş
Bir de balıkların pullarını
Uzak iç denizin defne yapraklarını
Ve satirlerin dışkılarını
Sağaltmak ve süzmek için kederini kervanın
Saklıyordu sırtında kerpiç izleri

Dikenli kırbaçlarla beraber saklı gizleri