14 Kasım 2011 Pazartesi

Tuğla imalatı


Gerçek milat deniz seviyesinin yirmibeş kulaç altındadır,
diyerek başladı söze kayzer şoze.
Orada yatar aklınızın çukurlarındaki sorular.
Belki de o çukurlardır soru işaretlerinin,
noktalarının yarattığı izdüşümleri.
İzobarları, izohipsleri.
Coğrafya dersinde hep düşünmüştü,
eğer sular akar da biterse dünyanın suyu,
ne olur diye.
Kayzer şoze güldü bu düşünceyi aklının üstünden,
geçerken gördükten sonra.
Cümle de devrildikçe devrildi ama belli ki
sebebi var bu devrimlerin,
ihtilallerin, lâllerin, hilâllerin.
Denizin altındaki milattan bakabilirsek eğer
gizli bir tarih kitabına.
Görebileceğizdir bazı gizli tanrıları
ve onlara tapan, helak olan ya da olmayan,
kıvranan ve sivrilen.
Keçi çobanları, taş oyucuları,
mağara korkakları, yeraltında tünel kazan kör sıçanları,
at üstünde rüzgar öpen birtakım kavimler,
boylar ve tokaryanlar.
Bunların hepsi hem buzul kovaladı hem kaçtı buzuldan.
Çünkü buzul erirse fark ettirmiyor.
Çaktırmadan koca bir havuz oluyor.
Neyse bu havuz patlıyor bir süre sonra.
Sonra ne kalıyor afanasyevo ne pueblo.
Al sana koca koca kanyonlar.
Sonra birden aydınlanma çağı gelir.
Kafasında peruklu amcalar ekonomiyi,
kölelikle beraber tartışır.
Bu sırada sarıklı amcalar da kelamcıların atom teorisine çok kızarlar.
Müteferrika ve Cezayirli Sakız Efendi ile
Sina yarımadasının orospuları
tek bir kayıkta cima eder.
Buna kızan alt tabakanın köleleri de bilemezler ki
pueblonun kıtasında birtakım savaşlar yapılmakta.
Ne olursa olsun suyun altında kalan
milat çizgisine yengeçler ve balıklar dışkılamakta.
Birbirine çok benzeyen iki yengecin arasındaki uzaklığı,
dünya ile dünyanın kaderi olacak bir gökcismi arasındaki
uzaklığa oranlarsanız.
İşte o zaman tuğla sıçacaksınız.