27 Eylül 2012 Perşembe

biraz uyuyayım

önceden insanlar dediklerime ruhlar der oldum
sanırım duygularım takla attı ve ben keşiş oldum
sırtıma yılanları şaklattıkça güldüm
dudağıma ballı buseler dokundukça gözyaşlarımı döktüm.

7 Eylül 2012 Cuma

Mitoloji


hep bozmak için ettim yeminleri
keyfi güzeldi fakat dünyevi idi
dört ejderin gölgesiyle oynardım çocukken
büyüdükçe bitti ensemde nefesleri
krallığın beş valisi dünya melekeleri
kimi katip kimi rehber kimisi de münzevi
yazıp çizdiler ve karıştırdılar tepsiyi güzelce
büyüdükçe ayıkladım taşlarını ve çürüklerini
gülü ararken solucanlarla tanıştım
bülbüle kulak verdim alkızlara karıştım
umay kızdı yasak verdi yedi yıl
keşiş oldum vadilere sığıştım
en karanlığın ardından hep güneş doğarmış
sandım ama kutbun şer-i ufku da pek darmış
ne apaydın ne kapkara bir uzamda
ejderlerin mezhebine sataştım
şol gün geçti dilberlerde eridim
kün deyip yollarına süründüm
kalb yağını yedirdikçe erittim
kara perilerden bir dilbere sığındım



20 Haziran 2012 Çarşamba

Yağmurlu aylar ve ertesi


Kasım aylarının sonlarına doğru,
Soğuk yağmurlar ile ılık olanları arasındaki o kuru mevsimde,
Çiçeklerin tomurcuklar içinde sıkıntıdan patladığı zamanların başlangıcında,
Sabahları yürüyerek gittiğim değirmenin gölgesi,
Tam olarak meşenin dibindeki tek mezarın taşına denk geliyor.

Sabahları yürümekten söz edebilirim;
Karnı aç ya da canı sevişmek isteyen serçelerin,
Güvercinlerin, sakaların, saksağanların arasından,
Ormandaki evimin kasabaya inen patikasını yuvarlayaraktan,
Avdan dönenlerle beraber,
Oduna gidenleri selamlıyoruz.

Değirmenin bakımı gerçekten önemlidir kasaba halkı için.
Kasaba halkının karnı doyduğu müddetçe akıllarına gelmem hiç.

Hızır aylarının ilk demlerinde,
Ilık akşamüstü yağmurlarının, ıslak zeminli sabahlarında,
Çiçek açmış iğdelerin arasında gezinen arıların vızıltıları ile,
Sabahları yürüyerek gittiğim mektebin çocukları,
Işıldayan gözleri ile bana bakıyorlar.

Sabahları yürümekten söz edebilirim;
Dirhem ile tay nalı arasında değişen ebatlarda,
Ve kıvrılan parıltılı yolların uçlarında salyangozlar, antenleri ile havayı kokluyorlar.
Avdan ve mantardan dönenlerle beraber,
Meyveye, oduna ve bala gidenleri uyarıyoruz.
Yeri cilalayanlara dikkat etsinler istiyoruz.

Mektepteki çocukların her biri küçük bir kâinat.
Belki anlamıyorlar dediklerimi şimdi,
Fakat her biri için bir beyaz belirince aklın tarlasında,
Kulaklarım çınlayacaktır elbet.

Yaz gündönümünün arifesinde,
İlk başakları sarartmaya yetecek kadar sıcağı olan güneşin altında,
Büyük sosyalist devrimi her sene yaşayan karıncalara basmaktan korkarak,
Sincaplardan, tilkilerden ve büyüklerinin üzerinden seken kuzulardan çekinerek,
İlk hasadın çuvallarını taşırız değirmene doğru.

Gün ortasında savrulan orakların türküsünü söyleyebilirim;
Masallardan süzülüp, hikâyelerde dinlendirilen kahramanlar,
Kanları kaynayan gençlerin ufak şiirlerinde mayalanırken,
Gül, bülbül ve maşukun pervanesi olup mahvolan,
Çöllerin ya da dağların serserisi olup da nakaratlara nakşolan,
Aşk ya da ışk erinin türküsünü söyleyebilirim.

Her akşam kasabanın meydanında toplanıyoruz.
Her akşam aynı kazandan içiyoruz çorbamızı.
Her akşam yürüyoruz kimi ormana kimi tepelere,

Her akşam çıkıyor bülbüller, anıyoruz o kahramanı sessizce.

19 Şubat 2012 Pazar

Dörtte üç


Göğün en karanlık ve en soğuk köşesinden
Buzdan daha yapışkan
Kandan daha akışkan
Bir nurun düştüğü anda döle
Gökte yıldızlar ve ay
Yansıyordu gümüşün üstündeki göle

Temaşa sürüyordu dalgaların üzerinde
Dört ve iki ve üç
Raks etmekteydi kumaşının
Saçılan eteklerinde dağın
O dağ ki çil çil yanağındaki gamzede
Kırağı tutuyor o yanakta bir hüzün

Keşiş sözler verdi rakamlarla sayılır
Hayalleri salar göğe
Günahlarla boyanır