önceden insanlar dediklerime ruhlar der oldum
sanırım duygularım takla attı ve ben keşiş oldum
sırtıma yılanları şaklattıkça güldüm
dudağıma ballı buseler dokundukça gözyaşlarımı döktüm.
‘Altın yapraklı kutsal kayın! Sekiz gölgeli kutsal kayın! Dokuz köklü, altın yapraklı, Bay-kayın!...’
27 Eylül 2012 Perşembe
7 Eylül 2012 Cuma
Mitoloji
hep bozmak
için ettim yeminleri
keyfi
güzeldi fakat dünyevi idi
dört
ejderin gölgesiyle oynardım çocukken
büyüdükçe
bitti ensemde nefesleri
krallığın
beş valisi dünya melekeleri
kimi
katip kimi rehber kimisi de münzevi
yazıp
çizdiler ve karıştırdılar tepsiyi güzelce
büyüdükçe
ayıkladım taşlarını ve çürüklerini
gülü
ararken solucanlarla tanıştım
bülbüle
kulak verdim alkızlara karıştım
umay
kızdı yasak verdi yedi yıl
keşiş
oldum vadilere sığıştım
en
karanlığın ardından hep güneş doğarmış
sandım
ama kutbun şer-i ufku da pek darmış
ne
apaydın ne kapkara bir uzamda
ejderlerin
mezhebine sataştım
şol gün
geçti dilberlerde eridim
kün
deyip yollarına süründüm
kalb
yağını yedirdikçe erittim
kara
perilerden bir dilbere sığındım
20 Haziran 2012 Çarşamba
Yağmurlu aylar ve ertesi
Kasım aylarının sonlarına doğru,
Soğuk yağmurlar ile ılık olanları arasındaki o kuru
mevsimde,
Çiçeklerin tomurcuklar içinde sıkıntıdan patladığı
zamanların başlangıcında,
Sabahları yürüyerek gittiğim değirmenin gölgesi,
Tam olarak meşenin dibindeki tek mezarın taşına denk
geliyor.
Sabahları yürümekten söz edebilirim;
Karnı aç ya da canı sevişmek isteyen serçelerin,
Güvercinlerin, sakaların, saksağanların arasından,
Ormandaki evimin kasabaya inen patikasını yuvarlayaraktan,
Avdan dönenlerle beraber,
Oduna gidenleri selamlıyoruz.
Değirmenin bakımı gerçekten önemlidir kasaba halkı için.
Kasaba halkının karnı doyduğu müddetçe akıllarına gelmem
hiç.
Hızır aylarının ilk demlerinde,
Ilık akşamüstü yağmurlarının, ıslak zeminli sabahlarında,
Çiçek açmış iğdelerin arasında gezinen arıların vızıltıları ile,
Sabahları yürüyerek gittiğim mektebin çocukları,
Işıldayan gözleri ile bana bakıyorlar.
Sabahları yürümekten söz edebilirim;
Dirhem ile tay nalı arasında değişen ebatlarda,
Ve kıvrılan parıltılı yolların uçlarında salyangozlar, antenleri
ile havayı kokluyorlar.
Avdan ve mantardan dönenlerle beraber,
Meyveye, oduna ve bala gidenleri uyarıyoruz.
Yeri cilalayanlara dikkat etsinler istiyoruz.
Mektepteki çocukların her biri küçük bir kâinat.
Belki anlamıyorlar dediklerimi şimdi,
Fakat her biri için bir beyaz belirince aklın tarlasında,
Kulaklarım çınlayacaktır elbet.
Yaz gündönümünün arifesinde,
İlk başakları sarartmaya yetecek kadar sıcağı olan güneşin
altında,
Büyük sosyalist devrimi her sene yaşayan karıncalara
basmaktan korkarak,
Sincaplardan, tilkilerden ve büyüklerinin üzerinden seken
kuzulardan çekinerek,
İlk hasadın çuvallarını taşırız değirmene doğru.
Gün ortasında savrulan orakların türküsünü söyleyebilirim;
Masallardan süzülüp, hikâyelerde dinlendirilen kahramanlar,
Kanları kaynayan gençlerin ufak şiirlerinde mayalanırken,
Gül, bülbül ve maşukun pervanesi olup mahvolan,
Çöllerin ya da dağların serserisi olup da nakaratlara
nakşolan,
Aşk ya da ışk erinin türküsünü söyleyebilirim.
Her akşam kasabanın meydanında toplanıyoruz.
Her akşam aynı kazandan içiyoruz çorbamızı.
Her akşam yürüyoruz kimi ormana kimi tepelere,
Her akşam çıkıyor bülbüller, anıyoruz o kahramanı sessizce.
19 Şubat 2012 Pazar
Dörtte üç
Göğün en karanlık ve en soğuk köşesinden
Buzdan daha yapışkan
Kandan daha akışkan
Bir nurun düştüğü anda döle
Gökte yıldızlar ve ay
Yansıyordu gümüşün üstündeki göle
Temaşa sürüyordu
dalgaların üzerinde
Dört ve iki ve üç
Raks etmekteydi kumaşının
Saçılan eteklerinde dağın
O dağ ki çil çil yanağındaki gamzede
Kırağı tutuyor o yanakta bir hüzün
Keşiş sözler verdi rakamlarla sayılır
Hayalleri salar göğe
Günahlarla boyanır
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)