22 Nisan 2011 Cuma

Pasaport kontrolü

tozdan ve sigaradan, bir de yakan güneşten,
ters esen rüzgardan, motorun eksozundan,
ağzım, yüzüm, gözüm, kulağım sarılı.
ötüyor kulaklarımda pistonlar gürülü
gürül gürül kavruluyor ciğerlerim,
üzüntüden ve telaştan.
akılda dolaşan soru yüklü tilki kervanlarından.
kaktüsler ve ufuktaki tepeler geçmesi gerekirken kadrajdan,
sen ve yağmur dolu londra var,
yetişilmesi gereken bir jet ve içilmesi gereken viskiler...

üç yıl dört ay olmuş baktım takvime, alıp çantanı gittiğinden beri,
terk edip beni yalnız koyduğundan beri,
üzülmedim tek kelime etmemene.
çünkü haklıydı usundaki mahkeme.
benim dünyam toprak ile güneşe
seninkisi bulut ile denize, hasret ve bir o kadar imanlı,
duaların yağmurluydu geceleri.
haklıydın çekip gitmekle.
burada ne eğlence ne neonlar ne hayat,
yalnız bir çöl, çizmede toz, paslı kapı,
dudakların kurusa da ben vardım lakin,
kalbin kuruyunca yetmedi, sözlerimin ağdası sakin...

eskiden okyanusa giden yolları severdin,
sonra aynalardaki yollara sevdalandın.
önceden çıplak bir lambada ederdin raksı,
sonrada ne masalar ne barlar kaldı basmadığın.
biliyorsun bağlamadım kendimi sana asla,
ne hayatına ne de güzel ruhuna,
yatağından kalkanların namına,
dudağından tadanların ardına,
etsem de küfür, sövsem de tanrıların tahtına,
mutlu idim barakamda yekpare.
duyana dek haberini biçare...

en son kalbim bu kadar,
takarken yüzüğü parmağına ve
yavrumuzu cennete göndermeden önce atmıştı.
ama şimdi alnımdan ter değil gözümden yaş süzülüyor.
çünkü görüyorum ki sen de süzülmüşsün bir hayalet gibi.
ne suyun ne canın kalmış kadın neye idi öfken?
ne burnun ne gözün kalmış kadın ağlama dur!
bırak buraları gidelim yanımda dur,
bırak bu hayatı, bırak tüketen bu duvarları gel bana,
gel ki gidelim anamızın koynuna...

yetmedi dualarım, yetmedi gözyaşlarım,
büyülerim, ayinlerim, kurbanlarım ve misklerim.
cehennemin melekleri, baal'ın bebekleri,
geçiyorlar dizi dizi ellerinde ruh tuzları.
sanki kanım dökülüyor, kemiklerim eriyor.
gökten gelen kahkahalar ciğerimi kemiriyor.
vazgeçerken pandoranın, o haşmetli kutusuna,
ne umut var ne de korku, hayatımın kalanına...

hayatın bu sahnesinde, perde kapanmadan son celsede,
son sahneyi atalarım ve kanımdan kalanlarım,
rüyalarım ve düşlerim, gündüz gördüğüm hayaller,
avucumdaki çizgiler, çöl ve bozkır,
toprak ve güneş ile sonlandıracağım.
hayatımı ruhumun vatanında sonlandıracağım...

15 Nisan 2011 Cuma

Ok

oku, yaradanın adıyla, tadıyla ve miâdıyla,
bildin kimleri hakan? kimleri kendine halk?
kıbleyi uzam ve yıldızları nizam,
giydin hırka-i muazzamı rûyan.

doku, yaradanın sözüyle, gözüyle ve közüyle,
yanar alaz kırk bin yıldır özüyle,
döner turnalar ve ak başlı kartallar dölüyle,
döner kurnalarda kumrular bendirin nefesiyle...

koku, yaradanın bokuyla, çişiyle ve helvasıyla,
koku sarar savaş meydanlarını son kılıç da düşünce yere,
sanma ki çeliğin ve kanın kokusudur destanları süsleyen,
hepsi de bok kokusudur, çıkan cana eyvah eden, ağlayan...

oku, yaradanın adıyla atar arjun, kurukşetra sallanır,
kırk bin yıldır savrulur, kanla doyar ballanır,
kılıç kında ise oğullar, gömer babalarını,
kanda ise babalar gömer oğullarını...

oku, yaradanın adıyla, sanatıyla ve sazıyla,
tıngırdıyor aşkın teli bozkırın ayazına,
kırk bin çadır kuruluyor yol var tanrı dağına,
güneş tezden ısırıyor, döl var tanrı soyuna...