22 Şubat 2010 Pazartesi

Marsilya'dan Tunus'a deve kervanı

ellerindeki ve yüzündeki kırılmalar, olsa da sert ve tahrip eden,
ve yanında dikilen genç, dese ki bırak bana yol aç
o asla vermez elindeki şansı ve öğretir sabrı
elin büyüsüyle dönen hamuru ve edilmesi gereken sohbeti
gelecekler merak etme.
gene incirin altında uyuyacak torunun
okşayan ellerinin hışırtısı ile düşen yapraklar.
kasım ve hızır.
şimdi olsa da sınırlar ve gümrük kapıları
eskiden ne güzelmiş kervan yolları
bir güneş batımında öğrenilen masallar
olur bir gün doğumunda çorba belki de yemek...
çanların melekleri kaçırdığını söyleyen dinin mensupları
ne hakla göz diktiniz imparatorumun topraklarına
ne hakla söz dizdiniz akıttığınız kanların uğruna?
çok uzaktan değil.
çok yakından da değil.
olması gereken uzaklıktan bak ona...
oysa hepsi birbirine benziyor değil mi mankafa?
kabulüm ve dinginliğim
yıllarca hizmet ettiğim
sevgili eşim, oğlum, babam, sevgilim...
yazortası hasadı ve dans eden alevler.
işte o harita idi, çağların getirdiği kan ve soy namesi ağaçlar
işte ben bu ağaçların altında büyürken söylendi yeni çağa dair tüm ağıtlar
ve ağlandı verilen her hayat dersi için çizildi bu harita
roma'nın hükümdarı ve onun kutsal soyu için.
işte bu anda yudumlarken şarabını antonio
dili ile ararken yanağında kalan nanenin esansını
bakıyordu tabağında kalanların kokusuna
ve düşünüyordu o gecenin kumarı ne üzerine olur?
merak etme anne, gelecek elbet parası bitince
ya da harcayıp bitirecek ama gelecek.
kadının hükümranlığındaki topraklar
bereketli ve her daim meşgul arı gibi
ya da karınca gibi kararlı ve sabırlı
çalışır kışın soğuk geceleri gelene dek.
ve bekler.
kimi anlar olur isyan ile akar gözyaşları
ve eller parçalamak ister bu etten örtüyü
lakin bu anlar için yok mu o evler bu evler ki tanrıların evleri
kaç adet bu tanrılar ya da neden bu kadar çok evi var
neden her anımızda ve kalbimizde değil bir minder ve bir tütsü
işte tepeyi aşıp gelen roma lejyonları
her bir bölükte yüz lejyoner ve başlarında şansöyleler
şövalyeler ve kartallar ile ellerinde fener.
işte geliyor zapt etmeye bu toprakları yüceler.
zaferin sarhoşluğu ile yüklendi ganimetler filoya
batan bir güneşe doğru gider bu filo
sanki yedikçe acıkan bir ejderha gibi kızıl ve acıktıkça saldırgan bir domuz gibi ürkünç.
üzülme elden gidene kadın bunca sene ve bunca ömürdür çektiğin kahır gibi kara
üzerindeki elbise kadar sakin ve sabırlı ol ki bahar yakın.
sinene dökülen kurşunlar gibi ağır ve zehirli olsa da hayat sakla kenara elindeki buğdayları heyhat
bin yıllar önce de aynı idi bu toprak lakin yoktu bir kurgan ile bir kundak
gezerdi hem gökte hem de yerde sürüler birisi yeşertir birisi sarartırdı mütemadiyen
orda yatan aziz, rahip, kral her kim ise huzursuz çalıp giden kendi torunu onu biliyor nursuz.

25 Ağustos 2009 09:33

Hiç yorum yok: