26 Şubat 2010 Cuma

Ashram

kaz mı idi yoksa kast mı idi bu camvari perdenin efendisi,
yoksa renkleri solmuş bir yağmur mu idi adına muson denen,
çocuk aç ve eller çatlak bir ıslanıp bir kurumaktan,
sanki gobinin çölleri gibi tuzlu göz kenarlarındaki çatlaklardan,
süzülsün himalayanın sanki tuzlu dereleri,
üzülsün himayalanın hanımının o kara boynuzlu cinleri.

yücelerden akan derelerdir sanki tuzlu olan,
ama vardıkça ovalarına bharata'nın döner onu içenlerin rengine.
döndükçe hızlanır ve çağıldar bir bereket akıntısı gibi.
bir el ile değişir yönü o akıntının sanki bir turna sürüsü gibi.
yıldızları izleyenlere giden yolda açılan bir kitap sayfası,
ıslanmaz asla varılamayan özleme akan bir gözyaşı ile.

parayı bulunca kendini renge veren bir kavim var yeşil bir adada yaşıyan,
tabi onların alakası yok zannedilir bu kara olanlar ile,
bu kara olanların var ataları kocaman gemileri olan.
yıldızlara bakan ve isim veren.
onlar dolaştı dünyayı medeniyet eşeğini besleyerekten.

sabahın o yeni yeni ısınan taşlarında çıplak ayak
sırtında bohça ve başında yazma ile salınarak
kaşlarının etrafındaki dövmeler gibi kıvrak
ve o gülümsemesi gibi
ve o belinin kavisi gibi
ah eden bir iç sesi
gel ey güneş ve ganeş kutsa bizi.

her evrenin bir sınavı vardır dedi efendisi
ağacın yargıcı ateştir dedi
gecenin hakimi dolunay
toprağın efendisi su ve suyun efendisi toprak

işte geliyor rüzgarın efendisinin orduları
aralarına katmışlar toprağın ve suyun bölüklerini
ve salacaklar günahkarların üstüne acımadan
bu sebepten topla dağılan bereketi tez zaman
geliyor saçakları ve etekleri kavuran ateş
geliyor günahları temizleyecek olan ganeş.

bir ucu t-nrıya bir ucu ise klifotun zehirli çatal diline bağlı olan ak sakallı kara insan,
gülümsüyor umursamadan evrenin yasasını.
çünkü biliyor yazgısını.

18 Aralık 2009 11:10

Hiç yorum yok: