29 Kasım 2008 Cumartesi

Mücevher

Gecenin en soğuk ve karanlık anında çıkar, çiğ dağıtan küçük saydam yaratıklar. Küf gibi kokar ve kuru yerlerde sıkıntılı olur bu şeffaf, küçük varlıklar. Gözyaşları onları çeker, çünkü gözyaşlarında mücevherler vardır yastıklarının altına saklayacakları. Sessiz ve endişeli olurlar toplarken bu kristalleri. İncitmek istemezler sahibini bu madenin. Mücevherleri toplar ve pınarına yakın ışıltılı kürelere, kendilerinden bir parça bırakırlar, ağlayanın hüznüne merhem olsun diye.
O ağlayan koymuştur kurallarını oyunun ve mağlup olmuştur aslında. Gecenin en soğuk ve karanlık anıdır, dökmesi için içindeki kederi. Kendi elleri ile oymak ister o parlak küreleri ama içindeki küçük ruh sızılıdır ve sadece bu ruh duyar kokusunu küçük şeffaf yaratıkların.
Belki de çağlardır kanıyordu o yarası ruhun ama hiçbir beden anlamamıştır neden bu yara ve nerede bunun tedavisi. Belki de gecenin hanımının mirasıdır çocuklarına bu yara ve herkeste var olsa da kanamaz her zaman.
Bir şans sunduğunda gecenin hanımı, kendini kaybeder o ağlayan ve koyar kurallarını kendinde olmadan. Ayın karanlık yüzüdür hanımın toprakları ve insan sayar gördüğü toprakları her gece ve her gece.
Ateşle pişmeli ki ruhun anlasın suyun içindeki büyüyü. Durmadan döner su ve ateş. Durmadan döner her var olan öz her gece ve gündüz. Koca uzayın ıssızlığında uzanır Ruhani Âdem. Uzayın ıssızında ve soğuğunda haykırır nefesini kederin ejderi.
Bu rüyayı gördü yeşil cübbeli ihtiyar ve güzü bekledi ilacını kaynatmak için. Sis alnını kanatsa da durmadı, kuru yaprakların çiğlerini topladı. Gece göçmelerine izin verdi yatağında yaşayan cinlerin, çünkü kokusu berbattı bu ilacın onlar için. Suya dokunup su ile konuşan cinlerdi bunlar ve küçük şeffaf yaratıkların da yaratıcısı idi onlar.
Eski bıçağıyla sürdü ilacı gözlerine ve yattı gecenin en karanlık anında rüya görmek için. Aynı uçurumda bekledi habercisini öteki diyarın ve aynı eşikte oturdular rüya saatlerince. Yitik aşkların, savaşların, ağlamaktan bıkmayan çocukların ve arka ayaklarındaki nallardan rahatsız olan atların hikâyelerini anlattı haberci ona.
Küçük lavtasında tınılandı sabahın şarkısı ve sakince ayrıldı haberci öteki diyara.
Ateşi çoğaltması gerektiği ile uyandı ihtiyar. Hangi saçları tutuşan kadını düşleşmişti, hatırlayamadı. Elinde, yalnız ve pusulasız yolculuğunun haritası. Üçayaklı ocağında parladı alev ve kıpkızıl oldu eski bıçak. Esnek esnek topladı mücevherlerini pınarların. Başka bir bıçak bulmalıydı artık.

Hiç yorum yok: