29 Kasım 2008 Cumartesi

Küçük Kör Kadın

Mumların yaktığı gecenin külleriydi, kapısının önünde süpürülen, nefesinin sesiydi süpürgeyi tutan küçük kör kadının. Uyanmıştı gene bu sese ve hatırlamıştı defalarca “git, bu kapıda durma” dediğini küçük yaşlı kadına.
Hancıya anlattı derdini; “kadın” dedi, “bilir misin kimdir?” diye sordu, “durmasın kapımda” dedi, “çalışmam, uyumam lazım, gürültü ediyor” dedi.
Uzun-uzun baktı hancı yeşil cübbeli ihtiyar adama. Ellerinin titrediğini gördü ve ağzının kenarındaki balık pulu gibi parlayan şeyleri de gördü hancı. “Tamam, ilgilenirim” dercesine salladı başını ve döndü tuhaf kokular gelen mutfağına.
Yeşil cübbeli ihtiyar yürüdü, süpürgelikleri gölgeli koridorda ve girdi tek pencereli odasına. Pencereden süzülen güneş yalancıydı ve yılın ilk günüydü ekinoksu baharın. Koyu kırmızı kaplı, kalın kitabını açtı karga tüyüyle ayırdığı sayfasından ve okudu:
“Yerdeki çam iğneleri arasından ve olası karınca yuvası kapılarından, yağmur yağarsa ıslanmayacak yerlerden ve gece domuzların basmayacağı taşların kuzeylerinden uzak yere bir kuyu aç. Kara insanların denizinden gelen inciyi oraya koy. En yakın gölün dibinden çıkardığın kum ile ört üstünü ve bir avuç ardıç tohumu da serp üzerine.”
Elini cebine attı ve kalan birkaç tohumu da üç ayaklı ateşin közüne karıştırdı. Yazı kutusunu çıkardı. Karga tüyünü seramik okkasına daldırdı ve “kadını gönderdim” notunu düştü okuduğu pasajın yanındaki boşluğa ve şu rüyayı gördü yeşil cübbeli ihtiyar:
Ufak adımlar atmak zorundaydı çünkü uçurumun dibi kırmızıydı. Bazı yerlerde basamağa sadece ayak başparmağı sığıyordu ve bu romatizmalarını hatırlatıyordu ona. Kendini bıraksa uyanacağını bildiğinden devam etti uflaya puflaya ve erişti her zaman oturduğu o güzel manzaralı eşiğe. Çok uzun süre beklediğini anımsadı çünkü yağmur yağıyordu karşısında. Ve yağmura kadar beş mevsim boyunca izlemişti kuzuların nasıl kocaman koyunlar haline geldiğini. Yağmurun arasından büyük damlaları toplayarak geldi haberci. Fare derisinden yapılma ve bir o kadar da pis kokan kesede verdi suyu yaşlıya ve kulağına fısıldadıkları eski bir lisanın anımsanamayacak olan tekerlemelerinden biri idi. Küçük şeffaf yaratıklar dedi haberci ve sarı yapraklar. “Âdemin bir kılı için harca hayatını ve az kaldı kökünü yapmaya. Yerine koymaya ve acıyla kıvranmaya. Kerubiler için verdiğin kurban yerini buldu ve adın yazıldı levh-i mahfuza”. Lavtasını kavradı haberci ve yavaşça ayrıldı eşikten tınılar arasında.
Bu sefer kapısında duymadı küçük kör kadının nefes sesini. Gözlerinde kalan ilaç kalıntılarını dudaklarına sürdü.

Hiç yorum yok: