11 Ağustos 2011 Perşembe

Kara şeytan

pencerelerinden ormanı ve dağı izleyebildiğim,
yekpare tek odamda,
kocaman bir dolap ve içinde kıyafetlerim,
insanlara, hallerine, olan biten olaylara,
düğünlere, cemiyet toplantılarına
ve cenazelere özel,
birbirine benzese de detayında saklı cevheriyle,
bir takım gömlekler ağırlıkta,
bazı kunduralarım sert fırtınalara,
bazı ceketlerim de eleştirilere dayanıklıdır,
iki tane croatia,
biri krallığa, öteki müdürlüğe,
ütülü ve asılı durmaktalar...

bir sene önce salıverdiğim kaderimin kara şeytanı,
ansızın geri dönmüş.
gözünde o sekreter gözlüğü ile sırıtırken,
aklıma rakının buharını sokmuş.
anlatırken ve anlattırırken ısrarla,
unuttuğum bazı planları devreye sokmuş.
üzerimde inzivanın cübbesiyle otururken ben,
bir takım sokak çatışmalarının haritalarını sermiş,
rakı sofrasının ortasına utanmadan,
hayatıma biçtiği hikayelerin cüzlerini dökmüş...

çocukluğumun o varoş eğlencelerinin geçtiği,
döşüme sallanan çakının düştüğü sokağa,
ya da ilk rakı içtiğim ve naralandığım,
ya da ilk kez dokunduğum kadınlığına o kevaşenin,
o sokağı mesken edip boynumdan öptü kara şeytan.
girip binasına o sokaktaki yeni inşa edilmiş,
yiterken merdivenin dönemecinde,
kalbin mezarlığındaki zombilerin aklına girmiş
ve dönerken malikaneme doğduğum ay parlarken,
yabanın itleriyle bir münakaşa biçmiş
ama unutmuş ben daha iyi kükrüyorum.
unutmuş hala aynı salınımda ilerliyorum,
unutmuş kara şeytan...

Hiç yorum yok: